İşverenin işçiyi gözetme borcu çok geniş kapsamlı bir borçtur. Bu borcun esas kapsamı, işçinin yaşam, sağlık ve beden bütünlüğünün korunmasıdır.
İşyerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması zorunluluğu, işverenin işçiyi gözetme borcunun başlıca yükümlülüğüdür. İşverenin işçiyi gözetme borcunu yerine getirmemesi nedeniyle ortaya çıkan iş kazası veya meslek hastalığında sorumluluk işverenin olacaktır. Burada önemli nokta; işverenin olaydaki kusurunun ve bunun sonucu doğacak sorumluluğunun sınırlarının nasıl çizileceğidir.
İş Kanununa göre; işverenler işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli “her türlü önlemi” almakla yükümlü tutulmuştur. Bu maddede; işveren bakımından herhangi bir sınırlama belirtilmeksizin önlem alma yükümlülüğü getirilmiştir. Yargıtay kararlarına baktığımızda, işverenin sadece mevzuatta yer alan önlemlerin alınması ile yetinemeyeceğini, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı bütün önlemleri almakla yükümlü olduğunu görmekteyiz. Türk Hukuk öğretisinin de desteklediği bu görüş, işveren için çok yüksek bir sorumluluk getirmektedir.
Bir iş kazasının oluşunda işverenin sorumluluğunun miktarı belirlenirken, işverenin kusurunun oranı dikkate alınacak mıdır? Çeşitli ülkelerin hukukları bu konuda farklı düzenlemeler içermektedir. Bazı ülke hukuklarında, işverenin kusuru (ihmali veya kastı) oranında sonuçtan maddi olarak sorumlu olacağını öngörür ve bu hukuk sistemlerinde, işveren iş güvenliği önlemlerini almaktaki ihmali oranında iş kazasının sonuçlarından sorumlu olur. Ancak Türk Hukuk öğretisini bir kısmı ve Türk Yargıtayı, işverenin işçiyi gözetme borcundan doğan sorumluluğunun kusursuz (objektif) sorumluluğa dayandırmaktadır. Kusursuz sorumluluk ilkesinin anlamı şudur: İşverenin iş sözleşmesi ile, işçiyi işle ilgili tehlikelere karşı korumayı taahhüt ettiği kabul edilmektedir. Bunun sonucu olarak işverenin, önlemesi mümkün olmayan tehlikelerden doğacak zararlardan da sorumlu olduğu kabul edilmektedir. Yeni Borçlar Kanunumuzda da “tehlike sorumluluğu” kabul edilerek bu yönde bir düzenleme yapılmıştır. Dikkat edilecek olursa işveren, hiçbir ihmalinin olmadığı durumda bile iş kazasının sonucundan sorumlu kabul edilmektedir. Türk Hukuk öğretisinin büyük kısmı ve Yargıtay, kaçınılmaz bir iş kazası olduğunda, işçinin korunması ve zararın büyük kısmının işçinin üzerinde kalmaması amacıyla bu görüşü benimsemiştir. Ancak kaçınılamaz bir iş kazasının oluşması durumunda bundan işvereni sorumlu tutmak da adil değildir, bence burada sorumluluğu ve zararın tamamını (zaten bir kısmını karşılıyor) kamu adına SGK üstlenmeli ve işçiyi böylelikle korumak yoluna gidilmelidir.
Her ne kadar işverenin kusuru olmasa da iş kazasının sonucundan sorumlu olduğunu kabul edilmiş olsa da, Yargıtay burada bir denge yaratmak ihtiyacı duymuştur. Yargıtay, kusursuz sorumluluk ilkesi ile tezat teşkil eden bir dengeleme yapmaya çalışmakta ve işçi için belirlenecek maddi ve manevi tazminatlarda işverenin kusuruna göre bir miktar indirime gitmektedir.
Bu açıklamalarımızdan da anlaşılacağı gibi, iş kazasında, işverenin ihmali olmasa bile sorumlu olacaktır. Ancak kaçınılmaz bir iş kazasında bile işverenin sorumlu tutulacak olması, sonuç olarak iş güvenliği tedbirlerini alan ve bu tedbirleri almayan işveren arasındaki farkı ortadan kaldırmaktadır. Kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanması sonucunda, nasıl olsu her durumda iş kazasından sorumlu olacağını düşünen işverenler, büyük masraflar yaparak iş güvenliği tedbirlerini ileri düzeylerde sağlamak konusunda istekli değildir. İşveren sonucun değişmeyeceğini düşünmektedir ve kusursuz sorumluluk ilkesi, sonuç olarak iş güvenliği konusuna zarar vermektedir.
İşverenin sorumluluğunun bu kadar yüksek belirlenmesi adaletli değildir. Hukuk öğretisindeki bir kısım yazarlar gibi benim önerim şudur: Oluşabilecek iş kazalarında işverenin hiçbir ihmali veya kastı (kusuru) yoksa, iş kazası sonucu işçide oluşan zararın tamamının kamu adına Sosyal Güvenlik sistemi tarafından üstlenilmesini ve tazmin edilmesi daha adil bir çözüm olacaktır.
Kaynak :
http://www.tahtakiran.net